Fotoğraflar yalan söylemez!

13 Haziran 2022

İzmir Urla’da Klozemenai Antik kentinde İzmir Müze Müdürlüğü’nce bir arkeolojik kazı yürütülüyor. Adı kurtarma kazısı. Halk dilinde inşaata izin verme çabası. 3. Derece Arkeolojik sit alanında devam eden kazıda kepçe olarak nitelendirilen iş makinaları çalışıyor. Amaç bir an önce kazıyı bitirip inşaata yol vermek. Antik kentin bir kazı başkanı olmasına rağmen kendisi alanda yok, ama savunmada var. Klazomenai Antik Kenti Kazı Başkanı Prof. Dr. Yaşar Ersoy başkanlığını yaptığı antik kentin nekropol alanında devam eden kazının iş makineleri ile yapılmadığını, iş makinasının sadece çıkan toprağı alan dışına taşındığını ileri sürüyor. Oysa fotoğraflar kazı başkanını yalanlıyor.

(Urla’da 4861 ada, 1 parselde İzmir Müzesi arkeologların denetiminde kepçelerle yapılan arkeolojik kazılar. Fotoğrafta mezarların kepçelerle nasıl ortaya çıkarıldığı açıkça görülüyor.)

DEFİNECİLİKTEN FARKI NE?

Fotoğraflar İzmir Müzesi elemanlarının iş makinelerinin başında, açmaları bizzat iş makinesiyle kazdırdıkları açıkça görülüyor. Arkeologlar iğneyle kuyu kazar, bununla da övünür. Fotoğraflarda görüldüğü üzere başında arkeolog olduğu halde aleni kepçeyle kazıyorlar. Prof. Ersoy ifadesinde tek bir parselde 104 adet mezarın ve çok sayıda eski eserin bulunduğunu söylüyor. Bu ifadeler, alanın 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı niteliğinde olduğunu göstermesine rağmen kurul sit derecesini ısrarla değiştirmeyerek 3. Derecede tutmaya devam ediyor. 2863 sayılı yasanın 6. maddesine göre nekropoller, korunması gerekli taşınmaz kültür varlığıdır. Buna göre bu alanın çevresiyle birlikte 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmesi gerekir. Kazı başkanı kendi sorumluluğunda olan arkeolojik bir alanı kurtarmak yerine iş makinalarıyla yapılan çalışmaları neden kurtarmaya çalışıyor? İnsanın aklına türlü türlü kötü düşünceler geliyor. 104 adet mezarın keşfedildiği inşaat yapılmak istenen parselin koruma altına alınıp, Klozemenai nekropol alanı ilan edilmesi için daha ne kadar mezar bulunması gerekir? Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü bu olaya derhal el atmalı ve alanı birinci derece sit ilan edecek adımları atmalıdır. Üstelik başta İzmir Müzesi olmak üzere, kazı başkanı ve tüm sorumlular hakkında da soruşturma açılması gerekir. Aksi halde defineciler ve eski eser kaçakçıları ile mücadele etmemizin ne anlamı kalır. Defineci de götürebildiği her yerde iş makinasıyla kazı yapıyor.

(Urla’da 4861 ada, 1 parselde İzmir Müzesi arkeologlarının denetiminde kepçelerle yapılan arkeolojik kazılar. Fotoğrafta mezarların kepçelerle nasıl ortaya çıkarıldığı açıkça görülüyor. İzmir Müzesi arkeoloğu Bilal Yürük kepçelerin başında görülüyor.)

Yazının devamı...

Sezar’ın hakkı Sezar’a

6 Haziran 2022

Oriental Art Auctions Müzayede Evinin 17 Eylül 2021 Tarihli Müzayedesinde satışa sunulan Şile Bozgoca Köyü’ne ait Cuma Camii Kitabesi koordineli bir çalışma ile ülkemize iadesi sağlandı. Hatırlanacağı üzere bu kitabeyi İstanbul Büyükşehir Belediyesi az daha müzayededen satın alacaktı. İBB’nin eski eserlerimize olan duyarlılığı takdire şayan olmakla birlikte bu duyarlılığı Kültür ve Turizm Bakanlığı ile iş birliği içinde yürütmesi olası sorunların önüne geçecektir.

Tarihi kitabenin iade süreci, Marmara Üniversitesi Mimarlık Tarihçisi Dr. Neval Konuk Halaçoğlu’nun bakanlığa ihbarı ile başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı uzmanlarının incelemeleriyle kitabenin ülkemizden yasa dışı yollarla çıkarıldığı tespit edildi. Üzerinde ‘Şile Kazasının Bozgoca Kariyesinin El Hacı İbrahim Zade Hurşit Beyin Camii Şerifi Hayratıdır’ yazılıydı. Dışişleri Bakanlığına durum bildirildi. Lahey Büyükelçiliğimiz, Hollanda makamlarına diplomatik nota verdi. Diğer yandan Adalet Bakanlığı’na da durum bildirilerek Şile Cumhuriyet Başsavcılığınca eserin iadesi için adli istinabe talebi hazırlandı.

YERİNDE TESPİT

Adalet Bakanlığınca hazırlanan adli yardımlaşma talebi Hollanda makamlarına iletilince, esere Hollanda polisince el konuldu. Ancak Oriental Art Müzayede Evi’nin sahibi adına bir avukat aracılığıyla el koyma kararına itiraz edildi. Hollanda makamları, kitabenin Türkiye’ye ait olduğuna ve yasadışı yollarla Türkiye’den çıkarıldığına dair daha ayrıntılı bilgi talep etti. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Kaçakçılıkla Mücadele Dairesi Başkanlığı uzmanları İstanbul Şile’deki Bozgoca Köyü’ne gitti. Köyün ileri gelenleri, yaşlılarla konuşuldu. Kömür ocaklarına gelenlerce kullanılan cami, 1960’lı yıllarda ocakların faaliyetlerinin bitirmesi ile terk edildiği ve bir süre sonra da caminin harabeye dönüp yıkıldığı anlaşıldı. Ancak köyün yaşlıları kitabeyi görmüşlerdi. Onların beyanları dosyaya eklendi.

MEZAR TAŞI DELİL OLDU

Yazının devamı...

İnsanlık meselesi

30 Mayıs 2022

Türk demokrasi tarihinin en acı günüdür 27 Mayıs. Kara propagandanın, yalan enformasyonun, sahte hukuk düzeninin de adıdır. Sadece bir başbakan ve bakanlar idam edilmiş değildir; demokrasi tarihimiz de o sehpada sallanmıştır.  Tarihi şanlı zaferle dolu olan Türk Silahlı Kuvvetleri’n, yüzünün kızardığı yegane hadiselerden biridir.

Ülkelerin tarihinde bir defa askeri darbe yaşandığında bu durum gelenek haline geliyor ve tekrar etmeye başlıyor. Demokrasi tarihimizde darbe geleneği de 27 Mayıs ile başlıyor. Her ne kadar tarihimizde Genç Osman hadisesi, Abdulaziz’in katledilmesi, 31 Mart Hadisesi ve Babıali baskını gibi günümüz modern darbe anlayışına benzer olaylar yaşanmış olsa da, 27 Mayıs demokrasi tarihimize vurulmuş ilk darbedir. Aradan geçen 62 yıla rağmen de yakın tarihimizin en çirkin hadisesidir.

YALAN HABERLERİN BIRAKTIĞI ACI İZLER

Birkaç ay önce Cemal Nur Sargut hoca ile sohbetimizde anlattığı bir 27 Mayıs hatırasını sizinle paylaşmak isterim. Babası rahmetli Ömer Faruk Sargut o dönem Demokrat Parti Fatih İlçe Başkanı. Darbe olduğunda babası evden gelinip alınıyor. Daha sonra yargı süreci başlıyor. Ancak gazetelerde çıkan yalan haberler, iftiralar, babası hakkında uydurulan ısmarlama iddialardan ziyadesiyle etkilenmişler. İlkokul çağında olan Cemal Nur Hoca, ‘hırsızın kızının yanında oturmam, aynı sınıfta okumam’ türünden onlarca acı hatıra yaşamış. Kardeşi Asuman hanımı okul müdürü kaydını yapmak bile istememiş. Demokrat Partililere hırsız, vatan haini yakıştırmaları basın yoluyla yapıldıkça, hayat çekilmez hale gelmiş. Cemal Nur hoca bugün olanları anlatırken bile gözleri doluyor ama dilinden ‘’hepsini ben affettim’’ sözleri düşüyor. Nasıl affetmeyeyim, babam işkencecisini affetmişken diye de ekliyor;

‘’Fatih’te kardeşim Asuman babamla yürürken bir adamla selamlaşıyor. Babam epey hürmet göstererek selamını alıyor adamın. Kardeşim ‘tanıyamadım babacım kimdi o diye’ sorunca Yassıada komutanıydı diyor. Kardeşim gençliğinin de etkisiyle tepki gösteriyor, ‘söyleseydin babacım iki çift laf edeydim’ diyor.  Babam gayet sakin, ‘orası memleket meselesiydi, geçti gitti, bugün insanlık meselesi’ diyor. O kadar hoşgörülü, affedici bir adamdı.  Bize de ders olmuştu, affetmek yüce bir duygu. Babam işkencecisini bile affetmişti.’’

Sadece 27 Mayıs değil elbette 12 Eylül, 28 Şubat süreci ve 15 Temmuz Hain Darbe girişiminde de büyük travmalar yaşandı. Allah bu millete bir daha İstiklal marşı yazdırmayacağı gibi, 27 Mayıs, 12 Eylül ve 15 Temmuz gibi günler de yaşatmasın.

DÜNYAYI DARP EDENLER TRT BELGESELDE

TRT Belgesel kanalında yönetmenliğini Nihal Ağırbaş’ın üstlendiği nefis bir belgesel film hazırlanıyor. Troya Hazineleri, Akif, Yahya Çavuş belgesel filmleri ile son dönemde adını sıkça duyuran Ağırbaş, son belgeseli ile dünya darbe tarihinin anatomisini işliyor. Dünyayı Darp Edenler isimli belgeselde öyle isimler var ki, soluksuz izleyeceksiniz. Netflix belgesellerini aratmayan grafikler, animasyonlar, dünyanın çok farklı ülkelerinde yapılan çekimler, filmi nefessiz izlemenizi sağlıyor. Birkaç küçük kopya vereyim. Şili’nin efsane lideri Allende’nin yakın koruması, Arjantin’de darbecilerin kaybettiği çocuklarını arayan beyaz başörtülü kadınların lideri, rahmetli Adnan Menderes’in son anlarını görüntüleyen fotoğrafçı, Sudan’da son yaşanan darbenin sembolü gibi isimler konuştular. Üstelik Prof.Dr. İlber Ortaylı da çarpıcı yorumları ile belgeselde yer alıyor. Belgesel çok yakında TRT Belgesel kanalında yayınlanacak.

Yazının devamı...

Müzeler kendinizi keşfettiğiniz yerlerdir

23 Mayıs 2022

Etrafımda kime sorsam, ‘‘en son ne vakit müzeye gittin?’’ Genel geçer çoğunluğun verdiği cevap ‘’ilkokul’’ olur. Soran olursa gittin mi gittim. Bir defa gittiği için artık bir daha da gitmez. Bahar gelince, müzeler haftasında, okullar öğrencileri otobüslere doldurup götürür. Benim de o yaşlarda gitmişliğim vardır. Öğrenci için o gezi, derslerden yırtmak, okulu kırmak için bulunmaz nimettir. Özellikle de benim gibi hayta öğrenciler için.

O gün gruplar halinde müzeye girilir. Hiç bilmediğiniz medeniyetlere ait taşlar, heykeller, silahlar, mimari kalıntılar, günlük kullanım eşyaları önünden sıra sıra geçilir. Bilgili bir öğretmene denk geldiyseniz ne ala, bilgi kırıntıları arasında müzeyi gezersiniz. Azcık haylazlık edeyim, sesimi yükselteyim, okulu kırdık neşemizi bulalım derseniz oradan bir ses yükselir, ‘’gürültü yapmayın, sessiz olun!’’ Velhasıl müzenin kafanızda bıraktığı imaj, fısıltıyla konuşulan, eserlerin önünden geçilen, seyirlik bir bina olduğudur.

Oysa müzeler aydınlanmanın, bilimin, araştırmanın, geçmişle geleceğin karşılaştırıldığı yegane merkezlerdir. Ararsanız, kendinizi bulursunuz. Müzeler sadece eserlerin sergilendiği binalar değildir. Medeniyetlerin buluşma yeri, insanlık tarihi hatalarını görme yeridir. Aslında neyi ararsanız onu bulma yeridir. Tabularınızı yıkar, bakış açınıza yeni yönler bulursunuz. Lakin bunun için müzelere ilkokulda değil olgunlaşmaya başladığınız yaş da gitmeniz elzemdir. Üstelik her olgunlaştığınızı hissettiğiniz dönemlerde bir kez daha gitmek şartıyla. Göreceksiniz her defasında yeni keşifler yapacaksınız.

Buradan şu sonucu çıkarmayalım, müzelere çocuklar girmesin! Elbette girsin. Ancak okullar vasıtasıyla yığınlar halinde, çocukların hiçbir öğretisi olmadan, gezmek için gezmek fikrine karşıyım. Bilinçli ebeveynler ellerinde kitap yada rehber aracılığıyla müzelere çocuklarını ellerinden tutarak götürsünler. Onların anlayacağı ifadelerle eserleri göstersinler, eserlerin kıymetini anlatıp, koruma bilincini aşılasınlar. Müze eserlerinin pahada kıymetini değil tüm insanlığın ortak malı olduğunu, kültürlerine işlesinler. Paha biçilmez, çok değerli gibi maddi tasvirlerden kaçınsınlar. Mutlaka günümüzle ilişkilendirip merak etme dürtülerini harekete geçirsinler. Çocuğunuzdaki değişimi kısa sürede fark edeceksiniz.

Elbette müzecilere de büyük görevler düşüyor. Hatta Kültür ve Turizm Bakanlığına da… Müze binaları içinde çocukların ilgisini çekecek bölümler oluşturulmalı. Ya da sadece çocuklara hitap eden Çocuk müzeleri kurulmalı. Müzelerde çocuk psikolojisi bilen, müze ve çocuk ilişkisini irdelemiş, pedagoji bilen personel bulundurulmalı. Okullardan gelen çocuklar, uzman personel tarafından bir daha gelmeyecekleri bilinci içinde, onların taze beyinlerine müze kavramı net olarak verilmeli. Elbette despot tavırlardan, çocukları müzeden uzaklaştıracak yaklaşımlardan kaçınalım. Müze yönetimleri kendilerinden destek isteyen ebeveynleri boş çevirmemeli.

Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı bir bilim heyeti oluşturup, müze çocuk ilişkisini masaya yatırmalı. Buradan çıkacak sonuçla bir politika belirlenip hayata geçirilmeli. Bunun bize sağlayacağı en önemli husus, defineciliği azaltacak, koruma bilincini yükseltecek, eski esere zarar verenlere tepkiyi çoğaltacak, hepsinden önemlisi çevresine, tarihine duyarlı bir toplum olmamıza hizmet edecektir. Daha çok müze daha çok bilinçli toplum!

Yazının devamı...

Yalancının mumu Batı'da yanar

17 Mayıs 2022

Delinin biri kuyuya taş attı 40 akıllı çıkaramadı. Topkapı Sarayı Hazine Dairesi’ne ait Kaşıkçı Elması çalındığı yönünde yayılan şayia önce sosyal medyanın, sonra da basının gündemi oldu. Milli Saraylar Başkanlığı, Kaşıkçı Elması’nın müzenin envanterinde olduğunu, herhangi bir hırsızlık yaşanmadığını açıklasa da kendisini politize etmiş bir kesim ikna olmadı. Görmeden inanmayız yaygaraları arasında ‘’bağımsız bir bilim heyeti raporunu’’ istemeye kadar işi götürdüler.

Ülkemizde, belki bu çalındı yalanı kısa sürede inandırıcılığını kaybetmiş olsa da sınırlarımızın ötesinde nasıl bir çarpanı olduğunu tahmin edemezsiniz. Asla kendimiz çalıp kendimiz oynamıyoruz. İletişim öyle bir noktaya geldi ki sosyal medyadaki her tartışılan konu, dünyanın her yerine hızlıca yayılabiliyor. İç siyasete alet ettiğiniz bir yalanın, dışarıda yansıması şöyle oluyor, ‘’Türkiye müzeleri güvensiz, kendi eserlerini korumaktan acizler!’’ Bunun faturası da ülkemize ağır oluyor.

YALANI ALGIYA ÇEVİRİYORLAR

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda yurtdışındaki Anadolu kökenli eserleri getirmek için canla başla mücadele eden personelin en büyük sıkıntılarından biri bu konu. Müzayede, özel koleksiyon ya da bir batı müzesinde bilimsel argümanları ile tespit edilen Anadolu kökenli bir eseri, önce ikili ilişki kapsamında ve diplomatik yollarla talep ediyoruz. Talep ettiğimiz kurum ya da tüzel kişilik eseri iade etmemek için bin bir bahane öne sürüyor. O bahanelerden biri de ‘’Siz müzenizdeki eseri bile koruyamıyorsunuz, zaten korusanız bu eser bize kadar gelmezdi’’ oluyor. Üstelik bu bahaneyi mahkeme nezdinde de savunma olarak sunuyorlar. Düşünün diplomatlarımızın, o haberin yalan olduğunu ikna etmek için kaç takla attıklarını. Eseri iade etmemek için her yolu deneyen eser kaçakçılarına, nasıl bir koz verdiğinizi, yalan haberi yazarken bir kez daha düşünün derim…

Bir başka tehlike de elinde Anadolu menşeli eser bulunduran ancak bunu vicdan yapıp iade etmek isteyenlerin algılarında bıraktığınız iz. Bu şekilde gönüllü eser iadesi yapanların sayısı son dönemde gittikçe arttı. Amerika Birleşik Devletleri, San Diego’da yaşayan bir kişi, Los Angeles Başkonsolosluğumuzla irtibata geçerek Anadolu kökenli iki adet amphorayı, ülkemize iade etmek istediğini bildirmiş, eserler teslim alınarak 15.06.2021 tarihinde Ankara Anadolu Medeniyetlerinde muhafaza altına alınmıştı. 11 ve 13. Yüzyıla ait eserler ana vatanına vicdan yapan bir Amerikalının bağışı sayesinde kavuştu.

GÖNÜLLÜ İADENİN ÖNÜNE GEÇİYOR

Yine Amerika Birleşik Devletleri Arizona Doğal Tarih Müzesine, 1986 yılında bağışlanan iki adet pişmiş toprak kap, Anadolu kökenli olmaları nedeniyle ülkemize gönüllü iade edildi ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde muhafaza altına alındı. İngiltere’deki Gilbert Sanat Vakfı; koleksiyonlarında bulunan altından mamul gaga ağızlı bir testiye ilişkin 2020 Mart ayı başında Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla irtibata geçmiş, eseri gönüllü iade kararı aldığını bildirmiş ve geçen yıl eser ülkemize getirilmişti.

Yazının devamı...

İlgili makama…

18 Nisan 2022

İstanbul’un tarihine, metro ve Marmaray gibi büyük projelerle birlikte sürdürülen arkeolojik kurtarma kazıları sayesinde yepyeni bulgular kazandırıldı. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin kıymetli arkeologları bu fırsatı bilimin lehine değerlendirdi. Yenikapı Kazıları ile başlayan yaklaşık 20 yıllık süreçte müze personeli önemli deneyim kazandı. Hem İstanbul kazandı, hem arkeoloji bilimi. Lakin bu deneyimli personelin kıymeti bilindi mi, işte orası biraz muamma…

İSTANBUL’UN TARİHİ DEĞİŞTİ

Yenikapı Kazıları 2004 yılında 5 ayrı noktada eş zamanlı başladı. Çalışmalar ilerledikçe bölgede yaklaşık 13 metrelik kültür dolgusu tespit edildi. Cumhuriyet dönemi, Osmanlı dönemi, Bizans dönemi, Roma dönemi, Helenistik dönem, Klasik dönem, Arkaik dönem ve Neolitik dönemi kapsayan bu kültür tabakaları, İstanbul’un tarihi hakkında eşsiz bilgiler sağladı. Bir ara projenin uzadığı gerekçesiyle kazılara son verilmesi gündeme geldi, hatta iş makinalarının alana girmesine karar verildi. Müzenin deneyimli personeli sayesinde iş makinaları girmeden kısa süre önce neolitik buluntular ortaya çıkarıldı. Bu sayede İstanbul’un tarihi günümüzden 8500 yıl geriye gitti. 37 batık tespit edildi.

“Sağlıkta kullan hanımefendi, güzellikte ve mutlulukta giy” yazılı 1500 yıllık Bizans dönemi ahşap sandalet, 8000 yıllık ahşap kano kürekleri, yine 8000 yıllık 2080 adet ayak izi, cenin pozisyonunda gömülmüş neolitik dönem mezarları, 8500 yıllık buğday başağını önemli buluntular olarak kaydedebiliriz.

MÜTEAHHİT FİRMA BASKISI

Yenikapı kazılarında elde ettikleri tecrübeyle hemen hemen aynı ekip Beşiktaş kazılarında da harikalar yaratmaya devam etti. Beşiktaş meydanda metro istasyon inşası sırasında başlatılan kazılarda da İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologlarının imzası vardı. Beklenmedik bir alanda 124 mezar tespit edildi. 45'i kurgan tipi olan mezarlarda yapılan araştırmalarda, 109 kremasyon tipi yani cesedin yakılarak gömüldüğü mezarlar ortaya çıkarıldı. Yine kazılarda pek rastlanmayan 5 bin 500 yıl öncesine tarihlenen çok sayıda çınar yaprağı bulundu. Bulunan mezarların en önemli özelliği ise kuzey steplerine ait ve Türk kültüründe yer alan kurgan tipi ölü gömme geleneğinin tespit edilmesiydi. Bazı bilim insanlarınca İstanbul’a gelen ilk Türklerdi bulunanlar. İstanbul’un tarihi yeniden yazılıyordu. Kazılar halen devam ediyor ama tıpkı Yenikapı’da olduğu gibi burada da müteahhit firma proje gecikiyor gerekçesiyle müze üzerinde baskıyı artırdığı kulağıma gelen bilgiler arasında. Kültür ve Turizm Bakanlığı bu baskılara boyun eğmeyeceği kanaati taşıyorum. Aksini düşünmek bile istemiyorum. Arkeoloji Müzesi’nin 20 yıllık tecrübeli arkeologlarını müteahhit firmanın arzu ve istekleri doğrultusunda sürgüne gönderildiği bilgilerini ise duymak bile istemiyorum. Doğru ise vay İstanbul’un haline…

Yazının devamı...