Hem gülmüyoruz hem ağlıyoruz

Ben yazmaktan bıkmayacağım. Umarım siz de okumaktan bıkmazsınız. Bir hafta geçmiyor ki kültür varlığı tahribatı yaşanmamış olsun. Evet ülke bu anlamda bir cennet. Binlerce yıllık geçmişe sahip. Nereye kazma vursanız kültür varlığına denk geliyorsunuz. Her sokak başında bir anıt eser. Anadolu’nun tamamı arkeo park. Sahip çıkmak korumak, geleceğe taşımak çok mu güç? Hayır. Kırmak, parçalamak, zarar vermek bu kadar mı kolay? Maalesef ki kolay…

YEPYENİ OLDU

Restorasyon, kentsel dönüşüm, hafriyat dedi mi içim cız ediyor. Eseri restore edeceğiz diye başlıyor inşaat faaliyetleri. Önce eserin etrafı paravanlarla çevriliyor, ki içeride ne olup bittiğini görmeyelim. Ardından hummalı bir faaliyet başlıyor. Eserin yapım tarihi 16-17. yüzyıl. Restorasyon aletleri hiltiler, beton mikserleri, hafriyat kamyonları, vinçler… Oluk oluk da para akıyor. Hani bilsek insan gücü, el emeği, sanat, zanaat var işin içinde, giden parayı anlayışla karşılayacağız. Yok arkadaş. Her şey teknolojiyle yapılıyor, yani günümüz modern inşaat malzemeleriyle. Ama ücreti devletten alırken birim fiyat, restorasyon tarifesinden.

USTA AYNI ÜCRET FARKLI

Şöyle bir araştırayım dedim, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yeni binada, mesela okul inşaatında 1. sınıf ustanın saati 34,5 lira. Restorasyon inşaatında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarifesine göre mütehassıs (uzman) ustanın saati ne kadar, 55 lira. Peki bu fark ustaya mı veriliyor? Hayır tabi ki. Fark müteahhittin cebine gidiyor. Usta zaten aynı usta. Taş ocağından taş getirip yontan, ona şekil veren zanaatkar kaldı mı? Yok. Fabrikasyon taş kullanılıyor. Usta, bildiğin duvar örüyor. Kırmızı tuğla değil de kesme taş. Hatta gazbeton kullananını bile gördük. Neyse işin detayına girmeyelim. Elbette işini yapan ustaların, müteahhittin hakkını yemeyelim. Ama geneli için durum bu. Nerden biliyoruz. Paravan kaldırıldığında ortaya çıkan restorasyondan. O eski eser gitmiş, yerine gıcır gıcır 16. yüzyıl yapısı çıkmış ortaya. Bu çok yeni, eleştirisine de cevapları hazır; zamanla o da eskiyecek. Güler misin ağlar mısın?

KOCA MAHALLEYE BİR ÇEŞMEYİ SIĞDIRAMADIK

Bu işin restorasyon boyutu. Bir de tamamen yok etme ve yerine yenisini yapma modeli var. İstanbul Beşiktaş’ta tarihi bir çeşme. Çeşmenin bilinen geçmişi 1926 yılında yapıldığı. 1970'lerde yer değişikliği sebebiyle başka sokağa taşınmış. Arkasına da bir apartman dikilmiş. Sokak dar gelmiş çeşmeye, sığdıramamışlar bir türlü. Apartman kentsel dönüşüme girince de çeşme biranda ortadan kaybolmuş. DHA muhabiri Gökçe Karaköse kaybolan çeşmenin izini sürünce acı gerçek ortaya çıktı. Müteahhit çeşmeyi yerle yeksan etmişti. Mahalleli isyan etti. Pişkin müteahhit mikrofonlara "Ne var canım apartman bitince çeşmenin daha güzelini, daha yenisini yapacağız" dedi. Kafa böyle işliyor.

SAFLARI SIKI TUTUN GÖRGÜSÜZ SIYRILSIN

Ayasofya cami olunca dikkatler buraya çevrildi. Sosyal medyada dolaşıma sokulan bir fotoğraf, büyük tartışmaları beraberinde getirdi. Osmanlı’dan kalma bir su haznesinin kapağı kırılmış içine de ayakkabı konmuştu. Neresinden baksanız rezalet. Ama tartışma müze – cami kavramları üzerinden döndüğünden, bir grup müzeyi diğer grup cami olmasından dem vuruyordu. İşin boyutu kafirler – müminler saflaşmasına kadar gitti. Tarihi su haznesini portmanto gibi kullanan ziyaretçi ise neredeyse unutuldu. Hırsızın hiç mi suçu yoktu? İstanbul Valiliği bir açıklama yaptı; "Fotoğraf eski" dedi. Yine "güler misin ağlar mısın" cinsinden bir açıklamaydı. Belki esere zarar verilmemişti, belki fotoğraf o gün çekilmemişti ama bu densizliğe verilecek açıklama da bu olmamalıydı. Açıklama camici - müzeci tarafgirliğini körüklemekten başka işe yaramadı. Bizim portmantocu açıklamadan da sıyrıldı. Buradan kendisine iki çift laf edeyim de en azından bu yazıda nasibini alsın; görgüsüz ve de edepsiz!