Ayasofya’nın kapısına tuz ekmeyin

Ayasofya Cami’nde imparatorluk kapısından iki parçanın kopması ile oluşan tahribat geçen haftanın gündemiydi. Ziyaretçilerin kapıyı kemirdikleri hatta yedikleri ileri sürüldü. Sosyal medya kalemşorları hemen yaygarayı kopardı. ‘’Ayasofya müzeyken bu tür olaylar yoktu’’ türünde başlayan tartışmalar biraz da sulandırılıp içine de Vedat Milor dahil edildi. Yemek tarifleri, uyduruk hurafelerin ardı arkası kesilmedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı konuyla ilgili iki müfettiş görevlendirdi. Konu inceleniyor. Ziyaretçi mi yedi, kurt mu kemirdi, yoksa dikkatsiz bir çalışan mı? Konu her ne kadar sosyal medyada laçkalaştırılsa da olayın kendisi ciddi bir araştırmaya gebe. 24 saat kayıt alan güvenlik kameraları mevcutken, imparatorluk kapısına bunu yapanların bulunmaması, neredeyse imkansız. Her ne sebeple olduysa, mutlaka tespit edilip sorumlular hakkında gereği yapılmalı. İlber Ortaylı’nın da dediği gibi ‘’Dünyanın gözü burada, kısa sürede tespit edilmeli.’’


Ayasofya’nın kapısına tuz ekmeyin

55 SENE ÇEKİLEN ISTIRAP

Ayasofya ile ilgili hurafeler ve bu kutsal mabetten parça götürme hastalığı yeni de değil. Geçmişte de örnekleri oldukça fazla. Hurafelere inananlar dün olduğu gibi yarın da olmaya devam edecek. 2011 yılında Ayasofya’dan koparılıp götürülen 55 yıllık mozaiklerin hikayesini yazmıştım. Amerikalı turist Eliza B. Chrystie, 1956 yılında Ayasofya’dan götürdüğü, üzeri altın varak kaplamalı mozaik parçalarını, 2010 yılında ‘vicdan azabı çektiğini’ belirterek geri getirmişti. Tutuklanırım korkusuyla da mozaikleri müze yerine bir kuyumcuya teslim etmişti. Şimdi o ilginç hikâyeyi bir kez daha hatırlamakta fayda var.

Kuyumcu ve mücevher sanatçısı olan Adil Birsen’den dinlemiştim hikâyeyi ve sonra dönemin Müze Müdürü Hayrullah Cengiz’e de doğrulatmıştım. Hatta 11 mozaik tessera (Küçük renkli taşlar) tutanakla müze envanterine kaydedilmişti. Tutanakta 5 adet taş, 6 adet cam tesseranın kendisine huzursuzluk verdiğini ve bu nedenle iade ettiği yazılıydı.

ÇALDI MI PARAYLA MI ALDI?

Eşi asker olan Amerikalı Eliza B. Chrystie 1956 yılında eşinin katıldığı bir toplantı dolayısıyla Ankara’ya gelir. Ülkesine dönmeden önce karı koca İstanbul’u ziyaret edip, Ayasofya Müzesi’ne uğrarlar. Müzede yoğun restorasyon çalışması vardır. Müzeyi gezerken çalışanlar kendilerine eşsiz güzellikteki mozaiklere ait, üzeri altın varak kaplama cam ve renkli taşlardan (tessera) 11’ini verir. Bu Chrystie’nin anlatımıdır. Belki de mozaikleri çalmışlardır. Çünkü ziyaretçilerin bu tür de eylem yaptıkları bilinen bir gerçektir. Chrystie tesseraları çantasına koyar ve rahatlıkla havalimanından geçip ülkesine döner. Ayasofya’ya ait 1500 yıllık mozaik parçalar, o tarihten itibaren evinin bir köşesini süsler. Eve gelen misafirlere bunları gösterip havasını atar.

KABUSU OLDU

Gel zaman git zaman Chrystie kendine ait olmayan bu mozaik parçalarından rahatsızlık duymaya başlar. Rüyalarına girer, kâbuslar görür. Vicdan azabıyla yaşamaya başlayınca da eserleri yeniden olması gereken yere, asıl sahibine iade etmeye karar verir. Ancak yaşlanmıştır, yeniden Türkiye’ye gitmek gözünde büyüdüğü gibi bir yandan da nasıl teslim edeceğini kara kara düşünür. Sonunda cesaretini toplar kız kardeşi ile 2010 yılı Eylül ayında İstanbul’a gelir. 11 tesseranın 55 yıldır devam eden sürgün hayatına son verecektir. Ancak bunları müzeye verecek cesareti kendinde bulamaz. Tutuklanma korkusu yaşar. Müzenin için de herhangi bir yere bırakmayı düşünür ancak onu da vicdanı kabul etmez. Çareyi yakınlardaki bir kuyumcuda arar. Sultanahmet Four Seasons otelin karşısında iş yeri olan Adil Birsen’den bir yüzük beğenir ve pazarlık sırasında birden ağlamaya başlar. Ne olduğunu anlamaya çalışan Birsen’e sarılarak ‘’Sizden bir yardım rica edeceğim’’ dedikten sonra çantasından çıkardığı mozik tesseraları masanın üstüne koyar. ‘’Bunlar bana ait değil. Yıllar önce Ayasofya’dan alıp ülkeme götürmüştüm. Şimdi büyük ıstırap çekmekteyim. Rica etsem bunları asıl sahibine, olması gereken yere, Ayasofya’ya teslim eder misiniz?’’

HUZUR İÇİNDE ÖLEBİLİRİM

Adil Birsen şaşkın bir şekilde kadını dinledikten sonra memnuniyetle der. Ancak neden kendisinin teslim etmediğini sorar. Cevap basittir, ‘’utanç içindeyim ve tutuklanmaktan çekiniyorum’’ olur. Birsen tesseraları alır ve Müze Müdürü Hayrullah Cengiz’e tutanakla teslim eder. Tutanağı da getirip Chrystie’ye verir. Yaşlı kadın, ‘Şimdi huzur içinde ömrümü tamamlayabilirim’ dedi.’’

Ayasofya her dinde her dilde kutsal. Okumuşu da cahili de bundan nasiplenmek istiyor. Güvenlik önlemleri olmasa, emin olun tuğla tuğla, raspa raspa bu kutsal yapıyı taşırlardı. O nedenle ‘’dün müzeydi korunuyordu bugün cami oldu ilgilenilmiyor’’ safsatasını bir kenara bırakıp soruşturmayı bir an önce tamamlayıp, tarihi kapıya kim ya da kimler zarar verdi, gerçek suçluları tespit edelim. Maazallah bir de üstüne Nusret tuz ekmesin!